Bir Yamyamlık Masalı

Eski kitapları karıştırmayı severim.

Üniversitede hocam olarak yakından tanıdığım Prof. Dr. Server Tanilli’nin Uygarlık Tarihi     ders kitabına göz atarken kitabında yer verdiği şair Hilmi Yavuz(1973) ve yazar Ali Sirmen’in (1974) yılında yazdıkları makalelerini okuma fırsatını buldum.

 

Şair Hilmi Yavuz  20.yy.dan itibaren kara Afrika’sında yükselen toplumsal uyanışın bastırılması ve müdahalenin haklılık kazanması için siyah Afrika halkına karşı karalama kampanyası başlatıldığını yalın bir dille anlatmakta.

 

Emperyalistler  kendi halklarına, Afrika da bağımsızlık savaşı verenleri, insan eti yiyen yamyamlar olarak tanıtmakta ve asıl amacın sömürgeci düzenin sürdürülebilmesi için uydurulan bir tezgah olduğu ifade edilmekte.

 

Gazeteci yazar Ali Sirmen ise Brezilya da devletin kilise-kışla-kapital eksenine oturtulduğunu emek,özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi veren yerlilerin engellenmesi  için sabahları kilise ve öğleden sonraları Pele,Jarzinho gibi etten kemikten gerçek ilahların yerli halka sunularak toplumsal gerçeklerin örtbas edilme çabasını anlatmaktadır. 

                                                                      

Aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de fazla bir şeyin değişmediğini görüyoruz.Sadece ilahlarımızın isimleri değişmekte.

 

Eğer bu etten kemikten olan ilahlardan öncelikli bir şeylerimiz yoksa vay halimize.

Çünkü bu ilahlar, emperyalizmin sömürü araçları olarak kullanılmakta ve  düzenlerinin kurumsallaşmasına katkı sunmaktadır.

 

Ekonomik,sosyal,yönetsel ve siyasal sorunlar arttıkça halk bunların nedenlerini sorgulama gereği duymaya başlar.Sorgulamanın başlaması sonun başlangıcı demektir.

 

Bunu iyi bilen sömürgeci zihniyet,müzik veya spor gibi herhangi bir alanda elde edilecek ulusal veya uluslararası başarılarla halkın sorgulamaya başlamasını engellemeye çalışır.

 

Emperyalizmin bu konuda ne derece başarılı olduğunu defalarca görmemize neden olan ve hemen hemen herkesin şahit olabileceği bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. 

 

İyi bir futbol izleyicisi olduğuma inanırım.Bu yıl oynanan bir lig maçını izleme fırsatını yakaladım..

Stada vardığım andan itibaren yaşadığım utancı inanın hiçbir yerde yaşamadım.

Kapıdan içeri girdiğim andan itibaren merdivenlerden başlayan ve maç sonuna kadar süren küfürleri duymamak elde mi.

Merdivenlerde beraber yürüdüğüm kadın ve çocukları gördükçe utancım daha da arttı

.biliyorum, rahatsızlık duyan tek ben değildim.

Ama o kadar azınlıkta idik ki bizi hiç kimsenin fark ettiğini sanmıyorum.

 

O gece günümüzün gerçek ilahlarını stat da izledikten sonra galip gelememenin vermiş olduğu üzüntünün yanı sıra rakip takım seyircisi de deplasman

                                                                                                                                             

beraberliğinin dayanılmaz mutluluğunu yaşamaya başlamıştı.

Ülkenin tüm sorunları unutulmuş,  faturanın kime kesileceği tartışmalarına daha sahadan çıkmadan başlanmıştı.

 

O akşam binlerce insanın kafasında  işsizlik, laiklik,eşitsiz gelir dağılımı gibi toplumsal sorunları sorgulama düşüncesi olmadığı gibi,çevre sorunlarının yanı sıra kültürel sorunlarında olmasının olanak dışı olduğunu hissedebilmek hiç de zor olmasa gerek.

 

Gerçeklerin üzeri geçici de olsa örtülmüştü,artık galip gelememenin nedenleri araştırılacak

ve güzel günlere yelken açılacaktı!

 

Yüzyıllar boyu  aynı topraklarda birlikte yaşama becerisini gösteren bizler acaba neden bu kadar sevgiden hoşgörüden uzaklaşıp kin ve nefret duygularıyla beslenir olduk.

 

Bunu, sporun özellikle futbolun endüstriyel bir sektör haline dönüşmesi ve paraya tahvil edilmesiyle açıklamak tek başına belirleyici bir unsur olmasa da göz ardı edilemeyecek kadar da önemli olduğu kanısındayım.

 

Oysa bizim o ilahlara ihtiyacımız yoktu.

Mustafa Kemal Atatürk “Ben sporcunun zeki çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” derken ilahlardan arınmış,insanlık yetilerini üzerinde taşıyan sağlıklı bir toplum amaçladığını nasıl unutabiliriz.

 

Bu girdaptan kurtulabilmek için hedef, özgürlükçü bir anayasanın yanı sıra, laik demokratik sosyal hukuk devletinin inşası olmalı.

 

Bunun için emperyalizmin adalet ve ahlak kavramlarımızı ötelemesine,  bizleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesine asla izin vermemeliyiz.

 

Bunu başarmak için anayasal çerçevenin dışına taşmadan, “emek,özgürlük ve bağımsızlık diye haykıran, sömürgecilerin sömürü tezgahlarını yerle bir eden”, kara Afrika’sındaki yamyamlar olmaya ne dersiniz! Saygılarımla.

 

Hasan TEMEL hasan@temel.us