POLİTİKACI HASTALIĞI !
İnsan ile hayvan arasındaki en önemli fark, insanın düşünebilme yetisine sahip olmasıdır.
Bir hayvan için iyi veya kötü,akıllı veya akılsız,bencil,egoist,mutlu veya mutsuz gibi yakıştırmaların yapıldığını hiç duydunuz mu?
Genelde duyamayız ama hayvanlarda da bu özelliklerin bir kısmının olduğu gerçeğini yadsımadan,insanoğlunu var eden ve toplumdaki yerini belirleyen kriterlere öncülük ettiklerini biliriz.
İnsan davranışları,zaman içinde çevresel etkileşimlerden dolayı değişimler gösterir.Bu değişimler,kimi zaman birey üzerinde müspet,kimi zamanda menfi etkiler içerir.
Ama bu değişimlerden biri var ki,toplum içinde bu özelliğini yansıttıkça sevimsizleşen ve sevimsizleştiğinin farkına dahi varamayan bir varlık haline dönüşmesine sebep olan insanın kendi egosu değil mi?
İnsan düşünen bir varlık olduğuna göre ruhunun derinliklerinde birtakım ego’lara sahip olması doğal karşılanmalı.Fakat, bize düşen görev bu egoların, uyuyan volkan misali, dışa vurumuna engel olmak ve gereken hassasiyetin gösterilmesi olması gerekmez mi?
Bu hassasiyetin ortaya konamaması durumunda, egoların tatmini,insanı mutlu etmeye başlar.
Bu mutluluk, çevreye verdiği zararla birlikte,insanın kontrol dışı bir görünüm kazanmasına sebep olduğunu görürüz.Aşırı hürmet,takdir görme,egoların tatmini ve gurur,insanı besleyen özellikler olsa da mutlaka kontrol altında tutulması gereken duygulardır.
Egoların tatmin isteği,siyaset kurumlarında görev yapanlarda kendini gösterdiği takdirde çevresel etkilerin boyutunu düşünmek dahi istemiyorum ama,ülkemiz gerçeğinde kabul etmemiz gerekir ki,bu hastalığın siyaset dünyamızı kanser gibi sardığını ve tedavisi mümkün olmayan bir politikacı hastalığına dönüştüğünü görüyoruz.
Bu hastalığın belirtilerini, maalesef,hayatımızın her alanda görebilmek mümkün olmakta.
Geçmişte yönetici olan veya halihazırda görevde bulunan bir çok siyasetçinin “ben” duygusuna nasıl esir düştüklerini ibretle izlemişizdir.”Ben” duygusuna esir düşmek aslında bir politikacının sonu demektir.
Bir sonraki aşama, sağlıklı düşünebilme ve kısa sürede doğru karar verebilme yeteneğini kaybetmesinin getirdiği zafiyetin yanı sıra,sürekli olarak kendi icraatlarından örnekler vererek haklılığını ispatlama çabası içine girmesine neden olur ki bir siyasetçi için hiç de arzu edilmeyecek bir sonun başlangıcı olarak kendini gösterir.Bu aslında trajikomik bir durum.
Pamuk prensesteki kötü cadı repliğini herkes bilir.Aynanın karşısına geçip kötü cadının aynadan kendisinden daha güzeli olmadığını tescil etmesini istemesi gibi siyasetçilerimizin bir bölümü de bu hastalığın pençesine düştükleri görülüyor.Bu hastalıktan tek kurtuluş yolu ayna görevi gören halkın, siyasetçinin yüzüne karşı, tavırlarının çirkin olduğunu gerektiğinde çekinmeden söylemesidir.
Fransız edebiyatçı Balzac derki ,
“İyiliğinize,doğruluğunuza,dürüstlüğünüze inanılmasını istiyorsanız ondan hiç bahsetmeyin” der.Yani biz siyasetçilerin, bir çoğunun yaptığının tam tersini söylemekte.Ben yinede kimin haklı kimin haksız olduğunu kamuoyunun takdirine bırakma taraftarıyım.Saygılarımla.
Hasan TEMEL hasan@temel.us