Televizyon Mahkumları !

Neredeyse, yarım asır önce başladı, televizyon esaretine olan yolculuk.

 

Henüz yeni giriş yapmıştı ülkemize.

 

Erkekler sabahın köründe kahvehanelere koşuşturup Muhammet Ali’nin boks maçlarını izler, kadın ve

çocuklarda akşamları televizyon sahibi olanların evlerine doluşurlardı.

 

Öyle bir ortam ki, nereden aldık bu mereti dedirtecek kadar insanı bezdiren bu ilişkiler ağı, zamanla

herkesin televizyon sahibi olmasıyla aranır duruma geldi!

 

Önceleri siyah beyazdı.

 

Tek kanaldı.

 

Tercih hakkımız yok, olanla yetinmek zorundaydık.

 

Zamanla hayatımızın çok önemli bir parçası olacağını hiç düşünmedik.

 

Mahkum olmanın yalnızca dört duvar arasında olmak olmadığını, a-sosyal bir yaşam tarzının da bir

mahkumiyet olduğunu o koşullarda nereden bilebilirdik.

 

Bir dizi vardı.

 

Adı “Kaçak”

 

Yayınlandığı akşam saatlerinde adeta yollar boşalırdı.

 

Herkes televizyonun başında,yakalanıp yakalanmayacağı heyecanı,bizleri merak içinde bırakıyordu.

 

Hepimiz bağımlı olmuştuk, ama farkında değildik.

 

1977 yılında İsmail Cem’in TRT genel müdürü olmasıyla programların kalitesi belirgin bir şekilde

kendini hissettirse de bundan rahatsızlık duyanlar ve darbenin ayak sesleri toplum olarak karanlık bir

döneme doğru gidildiğini gösteriyordu.

 

Ve 12 Eylül ‘80 askeri darbesi her şeyin sonu oldu.

 

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve geçmişe özlemle bakılacak bir dünya oluşuyordu.

 

12 Eylül, Türk-İslam sentezi anlayışı ile gençliğin yetiştirilmesine öncülük etmiştir.

 

Sağ-sol kavgasını ortadan kaldırmak ve manevi duyguları yüksek, milliyetçi-mukaddesatçı bir geçlik

hedeflenerek a-politik bir gençliğin temelleri atılmış oldu.

 

Darbe ile birlikte her gece, insanların televizyon başında oturdukları saatlerde yayınlanan bilgi ve

eğitime dayalı sosyal içerikli  programlar artık yerini düzeysiz, eğlence programlarına bırakmış,

televizyon adeta iktidarın yayın organına dönüşmüştü.

 

90’ dan itibaren özel televizyonların ortaya çıkmasının da tercih dışında kaliteye yönelik bir katkı

sunmadığı görülmüştür.

 

Çünkü yetiştirilen gençlik toplumsal duyarlılıklardan uzak, a-sosyal, gününü gün eden boş bir gençlikti.

 

Aradan neredeyse yarım asır geçtiği halde kalite arayışının kendisini bugün dahi  daha fazla hissettirmekte olduğunu görüyoruz.

 

Birde yaratılan ahlaki çöküntü ibretle izlenmeye değer hale geldi.

 

Ülkemizin en büyük ulusal kanalları yayın kalitesini arttırmaktan ziyade sadece insanların zamanlarını

çalmaktan öteye geçmeyen ve özenti içinde olan bir gençlik yetiştirmeye devam ettiler.

 

Bu nahoş ortamlara  kol kanat gererken bile ahlak bekçiliğini kimseye bırakmayanlar  acaba ne kadar

ahlaki davrandıklarını kendilerine hiç soruyorlar mı?

 

Kendileri ile yüzleştikleri ve kendilerini sınadıkları ölçüde her şeyin yoluna gireceğini bilmelerine  

rağmen, bundan neden kaçarlar, doğrusu anlamak zor,hem de çok zor. Saygılarımla.

 

Hasan TEMEL              hasan@temel.us