Anlatılacak Hikayesi Olmayanlar!

Hasta adam demişlerdi, Avrupalılar!

Koca bir imparatorluğun yaşadığı toprak kayıpları, yeni devletlerin kurulmasına sebep oluyordu.

 

Yaşanan çaresizlik,devlet yöneticilerini düşülen girdaptan çıkmak için emperyalist ülkelerden medet umar duruma getirdi.

 

Her şey bitti derken, bir yurtsever,omuzlarındaki apoletleri ve gelecekte yaşayabileceği tatlı  hayatı bir kenara iterek, Anadolu yollarına düşer.

 

Anadolu emperyalistlerin işgali altında..

Ne gam!

Tek bir amacı var.

İnancından ve güveninden asla şüphe duymadığı,Anadolu insanı ile kurtuluş mücadelesi vermek ve yepyeni bir devlet kurmak.

 

“İnanmak başarmanın yarısı” olduğu söylenir.

İnandılar,başardılar ve genç Türkiye Cumhuriyetini gelecek nesillere armağan ettiler.

 

Bu destansı öyküyü burada anlatmaya gerek yok.

Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan her birey, bunun değerini iyi bilir,bilmelidir de.

Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilelebet yaşatılmasını,gençlere emanet eder ve huzur içinde, bir daha geri dönmemek üzere aramızdan ayrılır.

 

Bu, öyle bir ayrılık ki, kurtuluş savaşı destanını yazan şehitlerimizin, Mustafa Kemal Atatürk adı altında vücut bulması ve anlatılacak hikayeleri olan bir nesil olarak insanlık tarihindeki yerlerini alırlar.

 

Devrimler süreklilik ister.

Durağanlık, karşı devrimleri tetikler.

Tarih,devrimlerin sekteye uğramasıyla,karşı devrimlerin başarılarına,zaman zaman tanıklık etmiştir.

 

Ülke tarihimizde de, karşı devrim girişimleri oldu, olacak da.

Yedi düvele karşı verilen mücadele sonucu atılan temel,genç Türkiye cumhuriyetini ayakta tutan güçtür.

 

Tarih,bu güç karşısında yaşanan ve yaşanacak olan yenilgilerin, tarihi olma yolunda, hızla ilerlediğini göstermektedir.

 

Yaşı, kemale erenler iyi bilir, 60’larda, 70’lerde bu ülkede nelerin yaşandığını.

Ülke olarak, ekonomik bağımsızlığımızın günden güne eridiği ve yoksulluk,yolsuzluk sarmalında halkın inim inim inlediği.

 

“Toplumsal muhalefetin,ekonomik gelişmenin önüne geçmesi” neticesinde, ürken “fincancı katırları” nın,ülke aydınlarına,öğrencilerine ve emekçilerine reva gördükleri unutulur mu?

 

Her 10 yılda bir,gelenekselleşen darbelere karşı, bu ülkenin aydınlık yüzünü temsil edenlerin mücadelesi destan değil de nedir.?

 

Bu destan,kan ve gözyaşının,her daim eksik olmadığı, gencecik fidanların toprağa düşerek bağımsızlık, özgürlük mücadelesini ileriye taşıyanların destanı olarak hatırlanacaktır.

 

12 Eylül 1980..

‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dediğimiz yeni bir dönemin başlangıcı.

 

Halkın,ekonomik,sosyal,siyasal ve kültürel hayatının, menfi yönde etkilendiği, sosyal hukuk devletinin yerine,kendi demokrasilerini kuran,özgürlüklere karşı duyarsız yönetimlerin hüküm sürdüğü, dönemler olarak hafızalarda, yerini aldığını gördük.

 

Tam, umutların tükendiği bir anda, beklentilerden uzak, başta ne olduğunu çözemediğimiz çok farklı, bizim gibi düşünmeyen,bizim gibi yaşamayan,bizim gibi eylem koymayan,kendini herhangi bir kuruma karşı aidiyet duygusu taşımayan,sadece, özgürlüklerine karşı hassas olan, bir gençlik ile yüzleştik.

 

Onlara 90’lılar adını koyduk.

Anlatmaya gerek yok bu gençleri.“Bir musibet bin nasihatten iyidir” deyimine uygun bir davranış sergileyerek ne olduklarını,kim olduklarını, pratiğe dökerek, kendilerini halka tanıttılar ve gelecekte anlatılacak hikayesi olanların saflarında yerlerini aldılar.

 

Peki bu ülke de anlatılacak hikayesi olmayanlar yok mu?

Olmaz mı?

12 Eylül 80, böyle bir neslin yetişmesine yardımcı bile oldu.

 

Ev de,işyerin de,okul da,tarla da,her nerede ise,çocuklarımıza,hiçbir şeye karışmaması yönünde telkinde bulunmaktan kendimizi alamadık,başına bir şey gelmesin diye.

Anne-baba yüreği..

Ne diyebilirsin ki?

 

Çizilen dairenin dışına taşmanın,hukuksuzluk olduğu,düşünmenin değil, itaat etmenin erdemliliklerini öne çıkaran, bir eğitim hamlesi ile gençlerin çember dışına çıkmaları daima engellendi.

 

 

Şüphesiz ki, çember dışına çıkma başarısını gösterenler de oldu.

Dünyada yaşananları gördüler.

Babalarının yaşadıklarını, kendileri de yaşadılar ve yaşayacaklar.

 

Her şeyi görseler de, göremeyenleri gördükçe, iç dünyalarında kopan fırtınalarla boğuşacaklar.

Bazen teslimiyet, bazen isyan duyguları kabaracak. 

 

Artık, 90 lılarında bir hikayesi var.

 

Ya anlatılacak hikayesi olmayanlar?

 

‘Milli iradeye saygı’ adı altında milli iradeye karşı mitingler düzenleyerek toplumda kutuplaşmaya sebep olduklarını..

 

Milli iradenin,sadece halkın kendilerine vermiş olduğu yetki değil, toplumun bütün kesimlerinin özgürlüklerine sahip çıkmak olduğunu..

 

‘Cami de içki içildi’ gibi doğruluğu ispatlanamayan söylemlerin yaratabileceği infialin yine milli iradenin sağduyusu ile aşıldığını..

 

İktidar olunduğu halde, sürekli mağduriyet politikaları ile halkın duygularının istismar edildiğini..

 

Tarihimizde İrticanın simgesi olarak algılanan Topçu kışlasının, ısrarla, Taksim gezi parkı alanına inşa edilmek istenmesini..

 

Her şeyin normalleşmeye başladığı, piyano resitallerinin ses verdiği  bir ortam da ,müdahale sebebinin altında yatan gerçekleri..

 

Barış sürecinde,terör örgütü PKK ve lideri Öcalan’a gösterilen sabrın, on da birinin gençlere gösterilmediğini,göremeyecekler..anlayamayacaklar..bilemeyecekler.

 

Çember içine hapsedilmiş,toplumsal duyarlılıktan mahrum,olup bitenleri çözemeyen,bilimden uzak tavırlarıyla hurafelerin peşine takılan bu büyük kitleler ne olacak?

 

Hiçbir şey olmayacak..

Karşı devrim saflarında yer almaya devam edecekler..

Her zaman güçten yana olsalar da olduklarını göremeyecekler.

Biat kültürünü özümseyecekler..

 

İç dünyalarında yaşadıklarını hiçbir zaman itiraf edemeyecekler..

Babalarının olmadığı  gibi, kendilerinin de gelecek nesillere anlatacakları hikayeleri olmayacak.

Gerçekleri görseler de saf değiştirme cesaretini gösteremeyecekler.

 

12 Eylül de yaşananlar aydınlandıkça, o günlerde sessiz kalanların bu gün iç dünyalarında yaşadıkları utancı, bu gün, yine duyarsız kalmakla, yıllar sonra da olsa aynı utancı yaşayacaklar.

 

Ön yargılar insanlığın en büyük musibetlerindendir.

“Düşünceyi değiştirmek atomu parçalamaktan daha zor” dememişmiydi Albert Einstain.  

 

Yazımızın başında değinmiştik..

Nasıl bir mucize ki, hasta adam hala ayakta.

Çünkü,bu hikayeleri yazanlar var oldukça “hasta adam”ın yıkılması,söz konusu olmayacak ve gelecekte  ön yargı sarmalına mahkum olmuş bu büyük kitlenin kurtuluşuna sebep olacaklardır. Saygılarımla.

 

Hasan TEMEL        hasan@temel.us