Kadın sığınma evleri mi? Erkek ıslah evleri mi?
Yapılan araştırmalar, ülkemizde kadınların %91’ i kadın sığınma evlerinin yaygınlaşmasından yana.
Ekonomik, duygusal, cinsel şiddetin yanı sıra kadınların%34 ü fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Çalışma hayatı içinde cinsiyet ayırımcılığı yapılarak kadınlara bir nevi şiddet uygulandığı da bir gerçek.
Gelişmiş Batı Avrupa demokrasilerine baktığımızda, kadın sığınma evlerinin çokluğu göze batıyor.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise aynı yoğunlukta olmamasının nedeni acaba ne olabilir?
Kadın sığınma evlerine, aile içi şiddettin yanı sıra kadınlara karşı ekonomik,duygusal, cinsel ve fiziksel şiddetten dolayı da gereksinim duyulmakta.
Batı toplumlarında aile içi şiddetin fazla olduğu ya da başka bir deyişle, muhafazakar toplumlarda aile içi şiddetin az olduğu iddia edilebilir mi?
İlk bakışta aile içi şiddet penceresinden bakıldığında doğru bir değerlendirme olduğu söylenebilir.
Fakat konu derinliğine ele alındığında hiç de öyle olmadığı görülmekte.
Batı Avrupa ülkelerinde, her ne kadar, kadınlar ekonomik özgürlüklerini kazanmış olsalar da, aile içi
şiddetin varlığı kabul edilmekte,şiddetin engellenmesi yolundaki çalışmalara paralel olarak, mağduriyetin giderilmesi yönünde de önlemler alınmaktadır.
Kısaca, ekonomik, sosyal,kültürel gelişmişliğinin yanı sıra aile içi şiddetin toplumsal gerçeklik olarak
kabul edildiği görülmektedir.
Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise, kadınların eğitimsizliği ve ekonomik özgürlüklerinin
olmayışı hemen göze batmakta.
Erkek egemen bir toplum yapısı hüküm sürmesinin yanında yer yer kadını adeta meta olarak gören bir anlayışın sergilendiği görülmekte.
Kadın, ekonomik bağımsızlığı ve sığınacak bir limanının olmayışından dolayı sesini çıkaramamakta ve kaderine razı olmaktadır.
Özellikle geri kalmış toplumlarda kadın şiddete maruz kalmış olsa da utancından kötü muameleyi
gizlemekte ve mutlu aile tablosu çizmektedir.
Ekonomik özgürlüğün olmadığı bir ortamda, gelecek kaygısını kendisiyle birlikte çocukları içinde taşıyan, tehdit ve şiddetle sürekli yaşamak istemeyen kadınlar olayı kader olarak kabullenmekte ve yasal haklarından vazgeçme anlamına uygun tavırlar sergiledikleri görülmektedir.
Sonuç olarak işsiz ve güvencesi olmayan kesimlerde şiddet potansiyelinin yüksek oranlarda seyrettiği gözlemlenmektedir.
Yasalar, nüfusu 50 bin ve üzeri olan yerlerde kadın sığınma evlerinin yapımını zorunlu kılmasına rağmen, yerel yöneticiler tarafından göz ardı edilmesi, anlaşılır gibi değil.
Yinede bu konuda toplumsal taleplerin ivedilikle yerine getirilmesi için girişimlerin sürdürülmesi, temel görev olarak kabul edilmelidir.
Fakat tüm bu söylemler gerçek yaşamda hayat bulamamakta sosyal belediyecilik anlayışından her geçen gün uzaklaşmakla birlikte kadınlara karşı uygulanan şiddetin dozu sürekli artmaktadır. Kadının bir meta olarak görülmesi ve baskıya maruz kalması, geri kalmış toplumlarda mevcut tedbirlerle sonuç alınamayacağı gerçeği görülmekte ve kadın sığınma evlerinin yerine erkek ıslah evleri kurularak şiddete uğrayan kadınların kendi evlerinde çocukları ile birlikte mutlu bir yaşam sürmeleri için devlet teminatı altına alınmasının daha doğru olacağına inanıyorum.
Şiddet uygulayan erkeklerin ıslah evlerinde misafir edilmelerinin kendileri üzerinde yaratacağı utancı soracak olursanız, ne diyelim, “Kendi düşen ağlamaz” Saygılarımla.
Hasan TEMEL hasan@temel.us