Kentsel Dönüşüm - Kemal Çetiner
Kentsel Dönüşüm - Kemal Çetiner
Kentsel dönüşüm, son 2 yıldır adını çok sıkça duyduğumuz fakat somut olarak yeni yeni karşılaşılan iki kelime! Algıda ilk hissedilen kent hayatı içinde olumlu anlamda bir takım değişimlerin yaşanmasıdır. Çünkü stres içinde, olumsuz anlamda bir kent hayatı yaşamaktayız. Trafik çilesi, nüfus yoğunluğu, işsizlik, 21.yy’da halen elektrik, suların kesilmesi vb. gibi. Üst yapı anlamında da şehre estetik açıdan bakacak olursak herhangi bir yüksekten şehri izlediğimizde karşılaştığımız manzara hep aynı; kiremit çatılar, beton bloklar, iç içe geçmiş gri binalar!
Büyük kentlerde, tarihin süregelen bir yaşantısı sonucu belirli yapıda belirli özelliklerde kent merkezleri hep vardı. Anadolu’da sanayi yaşamın oluşturulmaması, tarım ve hayvancılıkta gereken projelerin geliştirilmemesi sonucu insanlarımız büyükşehirlere göç etti. Plansız gelişmeye başlayan kent hayatı sonucu mecburi olarak gecekondulaşma oluştu. Plansız ve sistemsiz büyümeye devam eden şehirler daha sonraları da yerini gecekondulardan sonra afetlere dayanıksız apartmanlar dediğimiz binalara ve daha sıkışık hayatlara bıraktı. Ve kaçınılmaz olarak herhangi bir yüksek yerden baktığımız manzaraya ulaştık!
1999 Kocaeli, Düzce, 2011 Van depremlerinin özellikle yüreklerde oluşturduğu acılar ve kent yaşamının barınma ,ulaşım, altyapı, üstyapı, sosyal yaşam, yeşil alan açısından çekilmez bir hal alması kamuoyunda kent hayatını yeniden düzenleme bilincini yarattı.
Mevcut AKP iktidarının 31 Mayıs 2012 günü Resmi Gazete’de yayınlanan, kent mağdurlarının artık ezbere bildiği 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” adı altında öngören bir yasa çıkardı ve kamuoyunda büyük bir başlangıç olarak bir algı yaratıldı. Halbuki kentsel dönüşüm anlamında belediyelerin daha geniş yetkileri olan yasalar vardı. 6306 sayılı kanun, mevcut iktidarın kendisi gibi şeffaflık içermiyor. Üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ile kısacası insan ve pozitif bilimle barışık olmayan bu yasada riskli alanların neye göre tespit edileceği, hangi bölgelere öncelik verileceği, burada yaşayan insanlarla hangi hukuki şartlarda görüşüleceği belirtilmiyor. Siyasi partiler ve meslek odalarınca belirtilen ilk görüşlerde bu yasanın hükümetin keyfi uygulamalarına yol açacağı ve beraberinde halkın elini kolunu bağlayacağı sonucunda baskı ve zulüm getireceği söylendi. Günler geçtikçe görüşlerin gerçekçiliği ortaya çıkıyor.
Özellikle İstanbul’da riskli alanlar uygulama imar planı ölçeğinde (Japon bilim kuruluşları ile beraber) tespit edilmiş durumda iken, bu alanlar yerine ranta açık yerlere yönelerek ayakkabı kutularını hazırlayan mevcut iktidar hemen kendi kendini ele vermiştir. Günümüz itibari ile ranta açık olarak seçtikler yerler özellikle; otoban giriş-çıkışları ( Sultangazi- Cumhuriyet mahallesi, hemen karşısında Metris çıkışı Viaport Venezia, hemen ilerisinde Gazi mahallesi çıkışı Avrupa Konutları 1- 2 , Eyüp çıkışı Finanskent vb.gibi), boğaz köprüleri bağlantı yol kenarları, insanları hukuki olarak kolayca zorlayabilecekleri kent merkezleri (Okmeydanı, Sulukule, Tarlabaşı, Küçükçekmece, Gaziosmanpaşa-Sarıgöl mahallesi vb.gibi) olarak görülüyor.
Örnek verdiğimiz yerlerle AKP şimdiden niyetini belli etmiş ve kentsel dönüşümü eline yüzüne bulaştırmış durumdadır. Daha şimdiden riskli alan ettikleri
İktidarın sosyal konut anlamda yapmış ve yapmakta olduğu projelere bakacak olursak buna kentsel dönüşüm demek mümkün değildir. Buna sadece ve sadece bina yenilenmesi halk diliyle kat karşılığı müteahhitlik denir. Oysa ki bir kentsel dönüşüm projesinde yeterli açık ve yeşil alan, yeterli sağlık ve eğitim hizmeti, kültürel tesisler, sağlıklı altyapı (su, kanalizasyon, elektirk, doğalgaz, telefon, internet vb.), ulaşım olanakları, istihdam alanlarının yaratılması gibi temel ihtiyaçlar olmazsa olmazdır. Mevcut iktidarın ben merkezli, yandaş, rantçı, kente bir bütün olarak bakamayan bilimden yoksun ,yer yer tadilat yaraya sadece pansuman anlayışı güzel kentlerimizin yaşanabilir hale gelmesi konusunda tarihi bir fırsat kaçırmamıza sebep oluyor!
Peki kar amacı olmadan, insanları sürgün etmeden yerinde, sağlık, eğitim, kültür ,ulaşım olanakları da karşılayabilen bir ekonomi ile ülkemiz gerçeklerinde kentsel dönüşüm veya daha güzel bir isimle kentsel barış mümkün mü? Bence mümkün.
Bunun örneğini 1999 depremi geçirmiş , üniversite öğrenimi gördüğüm Kocaeli şehrinde , şehir merkezi dışındaki ilçelerde 3’er katlı toplu konutların, ulaşımın rahat olduğu, altyapıda sorun çıkmayan , eğitim tesislerinin olduğu bir kentli yaşamını görebilirsiniz. Peki daha büyük ölçekli İstanbul‘da yüksek katlı binalar yapmadan , nüfus artışı olmadan yerinde dönüşüm mümkün mü? İyi bir stratejik planlama, kapasite ve kaynak analizleri ortaya konan, özel ve sivil örgütlerin katılımın sağlandığı bir kentsel kurgu ile bu mümkündür. Hafızaları tazelemek adına sormak istiyorum. 1999 depreminden sonra rahmetli Sn. Bülent ECEVİT hükümeti tarafından çıkarılan afetlere karşı ÖTV vergi yasasındaki paralara ne oldu? Akp yol yaptık dedi. Ayakkabı kutularına konulan paralar? Küçük bir örnek verecek olursak hesaplamalara göre Harbiye Kongre Merkezi’nin maliyeti en fazla 100 milyon (eski para ile 100 trilyon) ihale edilen miktar ise 208 milyon TL’dir. Aradaki 108 milyon liralık fark ile İstanbul’un en yoğun 1-2 mahallesi çok rahat dönüştürülebilir. Düşünün Toki evlerini , BİT’ lerin (Belediye İktisadi Teşebbüsleri) yaptığı binlerce binaları, düşünün 17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonundaki açığa çıkan bilinen rakam 243.000.000.000 TL’yi ( 243 milyar eski para ile 243 katrilyon). İstanbul’u ve Türkiye’yi dönüştürecek bütçe ülkemizde vardır, ne yazık ki yanlış ellerdedir!
Kentsel bir barış için 6306 sayılı bir yasa hemen iptal edilmelidir. Daha şeffaf, üniversitelerin, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının ortak aklı ile yeni bir yasa yapılmalıdır. AKP benmerkezci, sağcı çizgisini bu yasada da ortaya koymuştur. Kentsel dönüşüm, odağında insan olduğu için nazik bir iştir. AKP, bir piyanoyu çaldığını düşünecek olursak piyanoyu çekiçle çalmaya çalışıyor ve kırıp döküyor, oysa ki piyano parmakla ve nezaketle çalınır. Bunu yapacak parmaklar ise ancak evrensel değerlere inanmış, odağında insan olan sol bir anlayış ile olur.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.