Yeni kurulan bir ülkenin,çağdaş dünya ile entegrasyon sağlaması kolay değildi.Peş peşe gelen devrimlerin semeresini görmek,Mustafa Kemal Atatürk’e nasip olmadı.En yakın.silah arkadaşı İsmet İnönü ve CHP, çok partili sisteme geçiş kararı alarak, Kurtuluş Savaşından sonraki ikinci büyük devrime imza atmış oldu.
Lakin, bu büyük devrimin halk tarafından doğru algılandığı söylenemez.Çünkü ’29 Dünya Ekonomik kriz ve 2.Dünya Savaşının etkileri CHP’ye fatura edilince,70 senedir süregelen sağcı zengin sever iktidarlar dönemi de başlamış oldu.
Demokrat Parti…
Ülkenin savaştan uzak tutulmasının kıymeti anlaşılamadı. Yokluk, yoksulluk gibi etkenler ve din üzerinden yapılan karalamalar CHP’ye ağır bedeller ödetti.Aslında bu yaşananların tümü, bir nevi toplumsal travmanın bir sonucu olduğu söylenebilir.
Bu dönemde karşı devrim girişimlerine kol kanat gerildi. İktisadi bağımsızlığımız, emperyalistlere peşkeş çekilirken, çok partili sisteme geçişle birlikte,Cumhuriyet değerleri ve ilkeleri de unutulur oldu.
Bu iktidar partilerinin ortak yanı sağcı olmalarıydı.Bunun bir tesadüf olacağını düşünmek ola olsa siyasi safdillik olur.Çünkü bu partilerin varlık nedeni sermaye çevrelerine olan bağlılıklarıdır.
Gün geçtikçe çağdaş dünyadan izole edilme noktasına gelen Türkiye,bu sağcı partilerin elinden yakasını kurtarmalıdır.Neden derseniz, gelin geçmişe doğru bir yolculuğa çıkalım ve bu partileri tanımaya ve hatırlamaya çalışalım.
İktisadi özgürlük, emperyalist sömürgeci ülkelere teslim edilince,27 Mayıs 1960 ihtilali oldu.Ve darbeler dönemi de başlamış oldu. Demokrat Parti, siyasi tarih sahnesinden çekilince,yerini Adalet Partisine bıraktı.
Adalet Partisi…
Ekonomik kriz, savaş ve din istismarı Türk halkına öylesine nüfuz etti ki kaybettiği aydınlanma devriminin yolunu bir daha bulamadı. 27 Mayıs’ı diğer darbelerden ayıran en bariz özelliği demokratik olmasıydı. Demokratik bir Anayasa’nın bir darbe sonrası gelmesi, demokrasimiz adına utanç verici oldu..(!)
’61 Anayasası çalışanlara ekonomik haklar tanıdı. Hak ve özgürlükler genişledi.Hukuk devletine doğru yönelme, sermaye çevrelerini rahatsız etmiş olacak ki, Adalet Partisi iktidarı ,sermaye bekçiliğine soyundu. Ardından hak gaspları peşi sıra birbirini takip etti.
Bu arada ’60 lı yılların sonlarında Fransa’da başlayan öğrenci hareketleri, Avrupa ülkelerini etkisi altına alırken Türkiye’de bundan nasibini aldı.Dönemin Genel Kurmay Başkanı Org.Memduh Tağmaç “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmenin önüne geçti” derken ’71 müdahalesini öngörüyordu.
Her darbe sonrası olduğu gibi bedel ödeyen yine emekçiler oldu.Yükselen toplumsal muhalefet, ülke geneline çığ gibi yayıldı. Emek mücadelesi öğrenci eylemlerinin gölgesi altında kalınca, toplumsal muhalefetin başarısız olacağının işaretleri kendini göstermeye başlamıştı.
1977 seçimlerinde CHP, Adalet Partisinden on bir milletvekili transfer etti. Hepsini bakan yapmanın bedeli çok ağır oldu.Ayrıca , TÜSİAD’ ,etkin gazete ilanları yoluyla Ecevit hükümetinin düşmesinde etkin rol oynadığını bizim kuşak iyi hatırlar.
’70 li yıllar da terörün tırmandırılması, milliyetçi cephe hükümetlerine zemin hazırlandı. Faturayı ödeyen yine sol olurken darbenin ayak seslerini duyan Demirel,darbecilere karşı çıkacağına onlara kucak açarak 12 Eylül darbesine davetiye çıkardı.!
12 Eylül 1980 Darbesi…
12 Mart muhtırası sola karşı bir müdahaleydi.12 Eylül ise, solun ezildiği ve eldeki hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir darbe oldu.Her darbe sonrası olduğu gibi 12 eylülde de,sağcı sermaye partilerine dikensiz gül bahçesi hizmetlerine sunuldu.
Bunun hazırlığı, zaten önceden yapılmıştı. İşverenler, emekçilerin sosyal,siyasal ve ekonomik haklarından rahatsızlık duydular. Ülke ekonomisini tehdit olarak gördüler ve bu gidişatın önlenmesi gerektiğine vurgu yapıp halkı aldattılar.
AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, 1979’ da Başbakanlık Müsteşarlığı görevine Turgut Özal’ı getirdi.Türkiye tarihi adına önemli bir dönemeç olan 24 Ocak Ekonomik İstikrar Programını kısa sürede hazırlayarak,ekonomik darbe yapılmış oldu ve sıra, siyasi darbeye geldi.
Yeniden demokrasiye geçişle birlikte, solun bütün ileri gelen siyasilerine siyaset yasağı getirildi.Solu temsil etmek, asker kökenli Nejdet Calp liderliğinde kurulan Halkçı Parti’ye kaldı. Sosyal demokratlar tarafından kurulan SODEP ve Erdal İnönü dahil birçok siyasetçi veto edildi.
Darbecilerin onayı ileTurgut Sunalp liderliğinde kurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi, tüm dayatmalara rağmen halk tarafından kabul görmedi.Lakin halk yağmurdan kaçarken doluya tutuldu.! Sivil siyasetçi kimliği ile çıkan Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP), seçimin kazananı oldu.
Anavatan Partisi…
Anavatan Partisine altın tepside sunulan iktidar olanakları gün be gün halkın aleyhine gelişti. Genel Başkan ve Başbakan Turgut Özal’ın,ikna yeteneği yüksek ve geleneklerin dışına taşan aykırı bir siyasetçi profili çizmesi, tabanda kabul görüyordu.
Elinde kalem, insanların gözlerinin içine baka baka,konuşurdu.Türkiye’nin ekonomi politikalarını “Ulusa Sesleniş” programında anlatır yoksul halkın evine girmeyi başarırdı.Orta direk söylemiyle geniş toplumsal kesimlere umut ve hayal tacirliği yoluyla iki dönem tek başına iktidar olmayı başardı.
Türkiye, yüzünü batıya dönen bir ülke olmakla birlikte Özal,doğu-batı sentezini öne çıkaran bir siyaset izledi.Batı ile olan sıkı fıkı ilişkilerini, doğu ülkeleri ile de geliştirmeye büyük çaba gösterdi.Bu sentezci yaklaşım toplumda ilginç karşılanırken umutları da yeşertiyordu.
Turgut Özal’ın sentezci eğilimi, dış politika ile sınırlı kalmadı.Aynı anlayış ,siyasal düşünceler alanında da kendini gösterdi.Partisinin, AP-MSP-MHP-CHP gibi fikri eğilimleri içinde barındırdığını söylese ekonomi de liberalizm savunuculuğunu “Ben zenginleri severim” sözüyle betimlemişti.*
Koalisyonlar Dönemi…
ANAP iki dönem tek başına iktidar olduktan sonra halk, Turgut Özal’ın umut ve hayal tacirliği yaptığının farkına vardı.1989 yerel seçimlerinde, yıkılmaz denilen İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın yaşadığı hezimet, Türkiye geneline dalga dalga yayıldı.
Yerel yönetimlerde, hazırlıksız yakalanan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin başarılı olduğu söylenemez. 91’ genel seçimlerinde yerelde ki başarıyı da gösteremedi zaten.Bu sonuç, koalisyonlar döneminin de başlangıcı odu. ANAP’ı iktidardan uzaklaştıran halk, SHP-DYP iktidarına yol açtı.
’90 lı yıllar, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların ve faili meçhul cinayetlerin yaşandığı zor bir dönemdi. CHP çatısı altında gerçekleşen SHP-CHP birleşmesi,parti politikalarında değişime sebep oldu. Emekçilerin örgütlendiği sendikalarla sol arasında ki bağlar zayıflayınca, CHP umut olmaktan çıktı.
1999 Genel seçimleri,siyasi tarihimizin en büyük depremlerden biriydi. CHP baraj altında kalırken, DSP ve MHP koalisyon ile de olsa iktidar olmayı başardılar. Uygulanan ekonomi politikalarına ilişkin yazılan reçete öylesine ağır oldu ki, halk çareyi yükselen değer olan Fazilet Partisinde arar oldu.
Çok geçmeden Fazilet Partisi de kapatılınca, yeni kurulan Saadet Partisine katılmayan ve yeni bir parti etrafında örgütlenip Recep Tayyip Erdoğan,Abdullah Gül gibi gençler, kendilerine yeni bir yol çizdiler. 2001 yılında kurulan AKP, fark yaratan söylemleriyle taban oluşturarak,2002 genel seçimlerinde iktidar oldu..
Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi…
AKP’nin çıkışı, Anavatan Partisinin kuruluş yıllarını çağrıştırmıştı.Tıpkı Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal gibi, dört eğilimi içlerinde barındırdıklarından dem vuruyordu.Geçmişten gelen milliyetçi ve solcu birkaç politikacıyı vitrine koyarak halkı ikna ettiler.
CHP’den umudunu kesen liberal çevreler, AKP’nin ilerici bir söylemle yola çıkmasını umut ışığı olarak gördüler. Demokratikleşme ve 12 eylül ile hesaplaşma kararlılığı gerçekten etkileyiciydi.”Acaba” diye insanların üzerinde şüphe uyandırmış olsa da, fırsat verilmeden nasıl sınanabilirlerdi ki.
2007 Genel seçimlerinden sonra AKP, gerçek yüzünü göstermeye başladı.İleri demokrasi diye diye mevcut ekonomik,siyasi,sosyal ve kültürel hakları sürekli sermaye çevreleri lehine yöneltirken 12 eylül döneminden kalan sosyal haklar dahi, emekçilerin ellerinden alındı.
Demokrat Parti döneminden başlamak üzere birlikte uzun bir yolculuk yaptık. Söylenecek çok şey olsa da sadece o dönemleri hatırlatmak adına kısaca bilgilendirme de bulunmaya çalıştım.Son birkaç kelam daha ederek yolculuğumuzu sonlandıralım.
Bu partilerin ortak bir özelliği var.Hiç biri ideolojisi halka dayanmayan sermaye yanlısı partiler olmakla birlikte Türk halkından daima destek buldular.1970’lerde ki sosyal uyanış, yerini nekahet dönemine bırakırken, din istismarı milliyetçilik bataklığına düşürüldüklerinin farkına dahi varamadılar.
Türk halkı nekahet döneminden kendini kurtarabilir mi bilmiyorum. Lakin, yeni ve yeniden bir sosyal uyanış gerekliliği had safhaya gelmiş durumda. Aksi takdir de birbiriyle benzeşen zengin sever iktidar partilerinin pençesinde daha uzun yıllar kıvranıp duracağız. Saygılarımla.
Hasan TEMEL