Tedavisi zor hatta imkansız olan hastalıklar var.
Mesleki yoğunluk dikkate aldığında hastalık çeşitlerini tasnif etmek mümkün.
Siyaset, bir meslek dalı olmadığı halde,siyaseti meslek dalı olarak algılayan siyaset erbapları da ortalıkta kol geziyor.
Narsizm ve Ego,önde gelen siyasetçi hastalıkları olsa da, daha tali plan da kalan bir hastalığa dikkatinizi çekmek istiyorum.
Hastalığın adı “tarafsızlık”, daha açık bir ifadeyle, ‘tarafsız görünme’ hastalığı da denebilir.
Çevrenizi şöyle, ‘alıcı gözü’ ile bir süzün. Bu hastalıktan muzdarip siyasetçi sayısının, sizleri çok şaşırtacağından hiç kuşkum yok..
Konuya, tarafsızlıkla ilgili bir anektodumu paylaşarak giriş yapmak istiyorum.
Tarafsızlık denildiğinde kendimi Üniversite yıllarında bulurum.
Çünkü,öğrencisi olmanın hazzını yaşadığım sevgili hocam Server Tanilli, tarafsızlığı toplumsal bir hastalık olarak görürdü.
Söz Tanilli’den açılmışken, tanımayanlar olabileceği için,hakkında birkaç cümle sarf etmekte fayda var.
68- ’78 öğrenci kuşağına yön veren fikirleriyle, öğrenci hareketlerinin can dostu olan devrimci bir akademisyendi.
’71 muhtırası sonrası, Uygarlık Tarihi ders kitabı ile kendisine isnat edilen 141-142 ye muhalefet, yani komünizm propagandası suçundan mahkum oldu.
78’de evinden çıkarken faşist kurşunlara hedef oldu ve ’80 ihtilalinde vatandaşlıktan ihraç edildi.
Sürgün hayatı, yurt dışı üniversitelerde tekerlekli sandalye üzerinde ders vererek geçti.
Sürgün sonrası ise, çok sevdiği memleketi Türkiye’ye geri döndü ve 2011 yılında, hayatı emek mücadelesi ile geçmiş bir devrimci onuruyla hayata veda etti.
Tanilli hocam,“Tarafsız olan bertaraf olur” deyimini derslerinde sıkça kullanırdı.
Hangi sınıf olurlarsa olsunlar, birinci sınıfta ki Uygarlık Tarihi dersinin müdavimleriydi öğrenciler.
Dersleri, öğrencileri geleceğe hazırlayan bir okuldu sanki!
Telkinlerini bir vasiyet gibi algılanmış olacak ki, sessizliği, susmayı, tarafsızlığı, ayıp sayan bir neslin temsilcileri oldular..
Sosyal medyanın ne olduğunu dahi bilmeyen bu kuşak, kimilerinin “aptal kutusu” dediği TV ile bile henüz yeni tanışmıştı.
Her daim söylenecek sözü olan bu kuşak, düşüncelerini gazete ve dergiler aracılığıyla insanlara aktarmanın amansız kavgasını verirdi.
Gözleri gibi korudukları o neşriyatlar elden ele dolaşır, olabildiğince çok kişinin okumasına çaba gösterirlerdi.
Her satırını dikkatlice okurlar,sonra da bir bilge edasıyla, yeni sayısı çıkana kadar üzerinde derin tartışmalar yaparlardı.
Ta ki 12 Eylül ihtilali ile, emperyalizmin uzantıları tarafından ezilip yok edilene kadar.
Yenini bir dönem başlamıştı artık.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bu zor dönem, ihtilal yılları ile sınırlı kalmayacaktı tabi…
Kalmadı da…
’80 sonrası gençler…
Ya geçmişe sadık kalarak bir kenara çekilmeyi yeğlediler…
Ya da, SODEP, SHP, ÖDP ve diğer sol partilere üye olarak demokrasi mücadelesine omuz verdiler.
Lakin, bazıları zamana yenik düştüler ve düzenin akışına kapılıp sınıf atladılar!
İşte o yıllar,siyasi ikbal uğruna,düşünmenin dumura uğratıldığı yılların başlangıcı oldu..
Daha kötüsü tarafsızlığı sevdik o yıllardan sonra!
Düşüncelerimizi her ortamda paylaşma geleneğimizi hızla kaybettik.
Siyaset, artık günümüz de kazanmak uğruna kurgulanan bir oyun haline dönüştü…
Tartışmalardan uzak dur!
Rengini belli etme!
Suya sabuna dokunma…
Bu ara da, çiçek böcek paylaşımları ve beğenilerinle kendini hatırlatmayı da sakın unutma…
Hiç kimseyi üzme, üzülme!
Zamanı geldiğinde, parti içi seçimlerde çık ortaya, “nabza göre şerbet” ver ve seçil…
Ben gördüğümü yazdım dostlar..
Hiç kimseyi hedef almış değilim.
Herkes kendi iç dünyası ile hesaplaşıp varsa, payını alsın. Alsın ki, şu tarafsızlık illetinden kurtulalım..
Saygılarımla.
Hasan TEMEL