Bilim, evrenin sonsuzluğunun gerçekliğine işaret eder. Kapsadığı kütlesel varlığı ile hiçbir “kıymet-i harbiyesi” olmayan dünyanın, düşünebilen misafirleri olan bizler, gerçekten en zeki canlıları mıyız.?
Bilim insanları çağımızda, insanların zihnini bulandıran,gün itibarıyla cevaplarını içinde barındıran Absürt soruların yanıtlarını dışarıda arayanlara henüz yanıt verebilmiş değil.
Dini, mezhebi, inancı ya da inançsızlığı ne olursa olsun, Tanrının evrende yarattığı en zeki varlık payesini insanda. Bu payeyi üzerinde taşıyan insanoğlunun, yaşadığı topraklardaki gelişmelerin tutsağı haline dönüşmesi nasıl izah edilebilir.?
Hayatımızı idame edebilmek için, dünyanın bütün nimetlerinin armağan edildiği biz zeki insanlar, sömürü düzeninin bir versiyonu olan savaşlar neticesinde açlığın, sefaletin ve ölümlerin utancını nasıl ve neden yaşarız.?
Altı milyarı aşkın nüfusuyla, çoğunluğun tarih boyunca gün yüzü görmeyen serüvenleri bir yana, az sayıda zengin bir zümre tarafından dünya nimetlerinin hoyratça heba edilmesi, insanoğlunun acizliğimidir,yoksa.?
Halkın kendi içinde, kuşak çatışması içinde olması ve devletlerarası, sosyal-siyasal-kültürel ve ekonomik dengelerin değişkenlik göstermesi, insanlığın temelini derinden sarsmasına sebep oluyor.
Bu dengeleri altüst eden sarsıcı güç, toplumun dengesini bozmakla kalmıyor. Keskin çizgilerle oluşan farklılaşma, çözüm arayışlarını daha da karmaşık hale getiriyor.
Bir fikir akımı trendinin yükselmesi ya da dip yapması, birkaç yıllık zaman dilimi içinde gerçekleşmesi asla mümkün değil. Bu uzun vadede bir kuşak değişimi neticesinde sonuç alınabilir..
1.ci ve 2.ci Dünya savaşını ve faşizmi yaşamayan kuşak geçmişi doğru analiz edemedi. Çünkü ’80 den sonra, kanayan yara tedavi edilemediği gibi büyümesinin de önüne geçemedik.
Kuşak olarak anladığımız dil, ikinci dünya savaşından sonra tüm dünyada yükselen demokrasi rüzgarlarının yarattığı heyecandı. Bu heyecan belki de,Faşizmin, insanlar üzerindeki etkisinin ne menem bir şey olduğu gerçeğini anlamamızı geciktirdi.
’29 Dünya iktisadi buhran ve 2.Dünya Savaşının ürünü teslimiyetçi yorgun toplum, yaşananların tek müsebbibi olarak dönemin yöneticilerini görmesi neticesinde, acı reçeteyi kesmekte tereddüt etmedi.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, karşı devrim faaliyetlerinin başlaması, Demokrat Parti , Adalet Partisi, Anavatan Partisi iktidarları ile beslenmesi ve Refah, Fazilet, Saadet cumhuriyet karşıtı gerici unsurlar , AKP’de vücut buldu.
Nazi Almanya’sında dünya pazarlarından pay kapma telaşına düşen Alman sermayesinin temsilcisi Hitler,özgürlük ve demokrasi çığlıkları ile yalan üzerine inşa ettiği algı politikalarıyla iktidarını pekiştirdi.
Ülkemizde de tıpkı Almanya’da olduğu gibi, AKP, kuruluş günlerinden itibaren 12 Eylül ile hesaplaşma ve demokratikleşme sorumluluğunu üstlenen algı politikalarıyla kalıcı olmayı başardı.
1/3’ ünün Müslüman olduğu bir dünyada, demokrasiden nasibini almış tek seçenek olan Türkiye’nin, İslam Faşizmi bataklığına sürüklenmesi, AKP’nin, mezhepsel algı siyasetinin bir karşılığı olmuştur.
Türk halkının, Cumhuriyetle birlikte dini inançlarına bağlı, demokrat olma özelliği ve demokrasi dışı uygulamalara prim tanımayan kararlılığından, teslimiyetçi, sorgulamaktan imtina eden bir evrilmeye kucak açacağını öngöremedik.
Gelinen nokta da, Aydınlanma devriminin üzerinde estirilen karabulutların, fırtına ile birlikte sele dönüşmesi neticesinde, devletin kuruluş ayarları tamamen tahrip edilmiş olsa da %50, hala farkında değil.
Acının merkez üssü yine Ankara olduğu akşam, beyaz camın efendisi sahte “Survıor” reyting birincisi olmanın haklı gururunu yaşarken, ülkede olup bitenden kendilerini muaf tutanlar, program sonu tatlı uykularına dalıp gidiyorlar.
Seçim kazanmanın dayanılmaz hazzını bilenlerden olsak da, söz konusu olan vatansa yöneticilere dur diyebilme iradesini göstermenin ulvi hazzını da yüreğimizde hissedebilenlerdeniz.
Lanet olası terörü, lanetleme işbirliği içinde olmak isteyen ve her şeyi bilen %50, yüzlerine vuran ayıbın temizliği ile uğraşadursun münferit ya da kitlesel terör olayları sonrası meydanlarda, teröre lanet saflarında olmadıklarını sanki bilinmezmiş gibi.
Müspet ya da menfi olsun, her büyük değişim kararının bir miladı vardır. Kendilerini ülkenin sahibi olarak görenler, iktidarlarını pekiştirme kararını, 7 Haziran seçimleri ertesi verdiler.
7 Haziran sonrası, sabun köpüğü misali, iktidar gücünün ellerinden uçup gitme korkusu, “çözüm sürecinde masanın devrilmesini ve sürecin sonlandırılmasını öne çıkardı.
Demokratik siyaset, gelecek kaygısını güçlendirince, kendilerini koruma altına alan ve iktidarlarını uzun yıllara yayan yapılanmalara yönelmeleri, şaşırtıcı bir tercih olmadı.
Hazır köyler boşalmışken terör olaylarının hassasiyeti göçü tetikliyor Artık ilçeler de boşalmaya başladığına göre, yeni kentlerin kurulmasına da zemin oluştuğunu söyleyebiliriz.
Kentlerin yenilenmesi ve dönüş yolcuları ile beraber, Suriye’den kaçan 3-5 milyon mülteci kardeşimizin vatandaşlık hakkına kavuşmasıyla, Başkanlık Rejimi yolunda bir adım daha atılmış olur mu bilinmez.!
Esad rejimine karşı salvolar tam gaz sürerken teröre, ölümlere alışmamızı salık verenler yetmezmiş gibi, yandaş medyada “Ya Başkanlık Ya Kaos” gibi manşetlerle yaşananları açıklığa kavuşturma aymazlığında bulunabiliyorlar.
Freni patlayan Kamyon misali, adım adım çözümsüzlüğe sürüklenen Türkiye’nin daha nelerle yüzleşeceği bilinmezken bu tehlikeli gidişatı engelleyebilecek tek güç, malum %50’.
Demokrasi ve hukuk dışı uygulamalara sapmadan, adım adım dikta rejimine doğru sürüklenen Türkiye’nin tek çıkış yolu, yine demokrasi içinde toplumu ortak paydada buluşturmaktan geçecektir.
Hasan TEMEL