“ Bir musibet bin nasihatten iyidir” atasözünü bilirsiniz...
İnsanlara ne kadar öğüt verirseniz verin kulak arkası ederler…
Ne zamanki aynı musibet başlarına gelir işte o vakit kendinden sonrakilere aktarmaya başlarlar…
Nasihati alanlar da öncekiler gibi kulak arkası etmekten geri kalmazlar…
Bu devran insanoğlu var olduğu müddetçe sürüp gider.
Yaş itibarıyla 12 Eylül dönemini yaşayan biriyim…
Faşizm’in bütün zorbalıklarına tanıklık eden dönemin gençleri olarak yaşanan acıları yüreklerimizde hissettik…
İşkence tezgahlarından geçen devrimcilerin acılarının yanında yaşadıklarımızın bir anlamı yoktu...
Bunun bilinci içinde olan yurtsever bir gençliğin temsilcileriydik.
Sola gönül veren biri olarak, sağ-sol ayırımı yapmak gibi bir derdim yok…
Gençler kitap okurdu…
Her biri ideallerinin peşinden koşarken dünyayı değiştirebileceklerine olan inançları tamdı.”
Kızlar mini etekli, erkekler uzun saçlı olsalar da asıl dikkate değer özellikleri, kızların ruhu, erkeklerin kafasının içindeki duygularıydı.”
Toplumsal muhalefet kabarmıştı.!
Demokrasi, özgürlük ve insan hakları mücadelesi veren işçiler ve öğrenciler egemen çevrelere korku salmıştı...
Sermaye sınıfına karşı direniş yetersiz olsa da halk üzerinde etkisi derinleşmişti.
Tehlikenin farkına varan egemen çevreler de,71 muhtırası ile önüne geçemedikleri toplumsal gelişimi,12 Eylül Askeri darbesi ile ezerek süreci sonlandırdılar.
70’li yıllar, her gün onlarca gencin can verdiği karanlık yıllardı.
Kardeşin kardeşe düşman olduğu o günlerde, anneliğin koruma içgüdüsü, gençlerin olaylardan uzak tutulmasını öne çıkarsa da, içten içe gençlerin haklılığına ve masumiyetlerine olan inanç, ailelerin çocuklarına sahiplenmelerinden kendini belli ediyordu.
Devlet Radyoları vardı, program akışını takip eder, sanattan edebiyata, müzikten sosyal ve siyasi hayata kadar daha bir çok alanda kendilerine misafir olurduk.!
Hafta sonları el ele kol kola ailece koşuşturduğumuz yazlık sinemalarımız vardı…
Dönüşte filmi yorumlayan büyükler ve gökteki yıldızları sayan minikler, yoksulda olsalar, beşeri ilişkilerin sıcaklığı sayesinde, mutluluklarına mutluluk katarlardı.
12 Eylül ile birlikte “Türk İslam Sentezi” teorisinin sahne alması her şeyi tersyüz etti…
Üniversiteler YÖK kanalıyla özerkliğini kaybederken bilim yuvaları olmaktan çıktı…
Eğitim sistemi yazboz tahtasına döndü…
Laikliğin hedef haline getirilmesi ile 13 yıllık AKP iktidarı, cumhuriyetin bütün değerlerini çökertti ve toplum amaçsız, dini ritüelleri öne çıkaran bir toplum haline geldi.
Halk olarak yaşanan değişim, bilinenin aksine çok farklıydı…
İktidar partisi AKP, önce algı politikalarıyla toplumu ayrıştırdı…
Yandaşlarının, duygusuz, duyarsız, karşısındakini dinlemeyen,dinlemediği gibi sadece susan ve koşulsuz itaati kendine görev bilen bir kalabalığa dönüştürdü…
Bu sol trafından zamanında görülemedi…
Çocuklar bile iki üç yaşında sorgulamaya başlar…
O devasa kalabalık ise, nasıl bir halet-i ruhiye içindeki sessizliğini koruyor, anlaşılır gibi değil.
Ensar Vakfı bünyesinde yaşananları biliyorsunuz…
Burada yaşanan iğrenç olaylar, iktidar yandaşlarınca sorgulanmıyor…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Aile ve Sosyal Politikalar bakanı Sema Ramazanoğlu’nun, Ensar Vakfına kol kanat germesi karşısında “önüne yatmak” deyimini kullanınca kızılca kıyamet koptu.
Karaman Valisi ve Karaman İl Milli Eğitim Müdürü, Vakıf evlerinin varlığından haberdar olmadıklarını ve bu iğrenç mahluku tanımadıklarını açıkladılar...
Her ikisinin de gazete sayfalarında öğrencilerle birlikte boy boy fotoğrafları çıktığı halde ne istifa eden nede istifa et diyenler oldu…
İktidar ve malum kalabalık, sessiz kalırken “önüne yatmak” sözüne farklı anlamlar yükleyerek gürültü çıkartma yoluyla hedef saptırma yolunu tercih ettiler…
Bu da bize, iktidarın, bu ve benzeri vakıflardan aldığı gücün esareti altında olduğunu göstermektedir.
Yanlış hatırlamıyorsam 90’ların sonuydu…
Zamanın Başbakanı ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz hükümeti Türkbank ihalesinde suçüstü yakalanınca “Yüce Divan”a sevk edildi...
Olay, CHP tarafından ortaya çıkarıldı…
Seçim ödülü beklerken, birkaç ay sonra yapılan ’99 Genel seçimlerinde baraj altında kaldı…
Bunun izahı, toplumsal ahlaki çöküşün dip yapması ile açıklanabilir…
O gün olduğu gibi bugünde muhalefet, bu sonucun toplum olarak gelinen noktanın ilk işareti olduğunun farkına varamadı.
Milli Nizam Partisi başlayan ve sisteme dayalı bir disiplin için hareket eden bu İslamcı hareket yol alırken, gerektiğinde geri adım atma zamanlamasında hiç hata yapmadı…
Zaman zaman iç çelişkiler yaşadılar…
AKP genç kalmayı başardı ve Türk toplumunun genç nüfusu ile paralellik kurdu…
Lidere olan sadakatte, ilke haline gelince, gücü arkasına alan AKP, devlet kurumları ile kavga eder duruma geldi.
Bütün dünyada petrol fiyatları baş aşağı düşerken ülkemizde düşmedi. Geçmişte gösterilen tepkilerden eser yok..
Ruhen içi boşaltılmış, sadece sadakat üzerine inşa edilmiş bu birliktelik, sürekli yalan ve iftiralarla zenginleştirildi.!
Artık, faşizmin alt yapı çalışmalarının tamamlanması aşamasına geldiğini görüyoruz…
Çünkü malum kalabalık, iktidar gücünün, kendi gücü olarak görmeye başlayan, bir garabet içine düştüğünün farkında bile değil.
Faşizm öncesi insanlar bu hale gelebiliyormuş…
12 Eylül’ün milad olduğunu hep söyledik…
Hiçbir şey eskisi gibi değil.,,
Türk halkı ise hiç değil…
Muhazakarlıkta sınır tanımayan siyasal İslamın pençesine düşen bu halkı yerden ayağa kaldırmak geçmiş siyasi argümanlarla mümkün değil...
Şok kararlara ihtiyaç var…
Özellikle CHP ve MHP örgütsel yapılanmalarından program değişikliklerine,tabandaki kadrolardan Genel Başkana kadar toplumda şok etkisi yaratacak radikal kararlara ihtiyaç var.
Bu kararlar alınabilir mi.?
Çok zor.
Hasan TEMEL