Cumhuriyet rejiminin kaynağı demokrasidir. Çok partili sisteme geçişle birlikte parlamenter demokrasi kesintiye uğradı. Her on yılda bir rutine bağlanan darbeler, yeni filizlenen demokrasimizi sürekli zayıflattı. Ne hikmetse, halkın Ordu’ya karşı müspet düşüncesi hiç değişmedi. Çünkü egemen güçler, darbelere zemin hazırlama aşamasında, halkı müttefik olarak yanlarında tutmayı başardılar.
15 yıllık AKP dönemini bir kenara bırakın..!, Ülke genelinde yapılan tüm kamuoyu anketleri, en güvenilir kurum olarak uzak ara, Ordu’yu işaret ediyordu. Oysa, 12 Mart ve 12 Eylül’de büyük bir insanlık dramı yaşandı. Bütün temel hak ve özgürlükler gasp edildi. Yaşananların sanki hiçbir ehemmiyeti yoktu. Demokrat çevrelerce manidar bulunsa da acı gerçek buydu. Halk, egemen güçlerin varlık sebebi olmaktan, kendisini uzak tutamadı, ya da tutmak istemedi.
Her Askeri darbe, gerekçe olarak Cumhuriyetin tehlikede oluşunu gösterdi. Terör olayları, demokratik sistemde yaşanan aksaklıklar da bu gerekçeyi besleyen unsurlar oldu. Halk ise, darbecilerin, Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı olduğunu ve ihanet içinde olduklarını göremedi. Bu derin yanılgı, egemen güçlere cesaret aşıladı.
Askeri ihtilaller gibi, 15 Temmuz darbe girişimi de Cumhuriyeti ve demokrasiyi hedef aldı. Orta Doğu yangın yerine döndü..! Savaş çığırtkanlıkları aldı başını gidiyor..!, Din - mezhep temelli birliktelikler oluşturuluyor. Bunların hiçbiri bir şey ifade etmiyor olacak ki, yine de halkta büyük bir sessizlik hakim. Bunda, yazılı ve görsel basının menfi etkisi de göz ardı edilemez.
Bütün bu yaşananlar bize, Türk halkının en büyük açmazının çağdaşlık olduğunu gösteriyor. Bildiğiniz gibi Atatürk, “Muasır Medeniyet” öngörüsünde bulunurken sosyal, ekonomik ve bilimsel alanda gelişim gösteren Avrupa ülkelerini kastetmişti.
Solcular, demokratlar ise, salt Emperyalizm karşıtlığından hareketle, çözüm arama esaretine düştüler. Emperyalizm fobisinin, solu çağdaş dünyadan soyutladığını ya göremediler ya da görmek istemediler. Oysa, insanlığın geleceği adına bu saplantıdan kurtulmakla, çağdaşlaşma yolunun yeniden açılması mümkün olacaktır.
Korkmaya gerek yok. Rotayı batıya kırmakla ne emperyalist, ne de emperyalizmin hizmetkarı olunur, Yeter ki, Atatürk’ün göremediğini, görme aymazlığından sol kendini kurtarsın.
Halkın önceliği çağdaşlığı yakalamak olmalıdır. Çünkü bataklıktan çıkamamak, artık an meselesi. Çok büyük bir tehlike bizi bekliyor. Kimse sistem değişikliği önermeleri ile halkı kandırmaya çalışmasın. Cumhuriyetle birlikte başlayan aydınlanma devrimi, 1950 de Demokrat Partinin iktidar olmasıyla kesintiye uğramaya başladı. O gün bu gün, kesintinin giderilmesine yönelik girişimlere karşı ne acıdır ki, cumhuriyet karşıtlarınca yönlendirilen halkın mukavemeti söz konusu olmaktadır.
Hiçbir dönemde önceliklerin ters yüz edilmesine bu kadar ihtiyaç duyulmamıştı. Tek bir çıkış yolu kaldı. O’da, kesintiye uğratılan Çağdaşlaşma- Aydınlanma Devrimine, sahip çıkmaktır. Gün, tali planda kalan çözüm önerileriyle, vakit harcanacak gün değil.
Geçmişte söyledim, yine söylüyorum. Avrupa Birliği bir çağdaşlık projesidir. AB’ye alınıp alınmamak umurumda bile değil. Türkiye’nin ihtiyacı AB’ye girmekte değil. Türkiye’nin ihtiyacı AB uyum yasaları ile, demokratik sosyal hukuk devleti standartlarını yakalamasıdır. Çağdaş dünyanın simgesi olan bu yasalara uygun bir fikriyata, halkın yönlendirilmesidir. Demokrasi dışı saldırıları bertaraf etme ve hedeflenen çağdaş ülkeler seviyesine ulaşmanın yegane yolu Çağdaşlaşma-Aydınlanma Devrimine sahip çıkmaktır.
Hasan TEMEL