Sanki, Ağustos ayına sıkıştırılmış bahardan kalma güzel bir günün akşamıydı. Beni geçmişe götüren şarkılar ve masamdan eksik olmayan çayımdan oluşan ikili, ahenk içinde birbirini tamamlıyordu. İnsan ruhunu okşayan, duygu yüklü parçalar, beni gençlik yıllarıma alıp götürmüştü.
Aktivist tavırları ve politik görüşleriyle tanımış ve sevmiştik onu.1960 ve 70’ li yılların devrimci sesi, Amerika’lı şarkıcı, Joan Baez’ dan söz ediyorum.
Yaşadığım rüya aleminin büyülü ortamı, henüz bıyıkları terlememiş bir grup gencin yanımdaki boş masayı istila etmesiyle son buldu. Sebep oldukları gürültü kirliliği, insanın kulaklarını tırmalayan işkenceden farksızdı.
Çevreye verdikleri rahatsızlığı fark etmiş olmalılar ki, kısa sürede kendilerine çeki düzen verdiler. Fikir birliğine varamamış olsalar da ülke sorunlarına eğilmeleri keyif vericiydi.
Birbirlerini incitmekten uzak durdular ve saygı sınırlarını hiç zorlamadılar. Biri, siyasete ilgisizliğinden olacak, o hummalı tartışmaları, sulandırma gayreti içindeydi. Fakat, masa da hakim olan hoşgörü, onun içinde geçerliydi.
Lakin, istem dışı kulak misafiri olduğum bu sohbetin seyri değiştikçe, negatif hava dağılacağına, umutlarımı daha da köreltti.
Biliyorsunuz, kırmızı ışıkta geçen Fenerbahçe, 3 Temmuz şike sürecinin baş aktörü olmuştu. Malum, halk olarak kural ihlalini de seven bir milletiz.
Gayem, Fenerbahçe’yi savunmak ya da yermek değil. Dikkatimi çeken, söz futboldan açıldığında gençlerin, analitik düşünmekten hızla uzaklaşmaları oldu.
Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’yi sürekli döverek duyguları tatmin etmeye çalıştılar. Duyulan kin ve nefret o kadar belirginleşti ki, yargı kararlarına dahi saygı duymaz oldular.
Fenerbahçe’nin mahkumiyet kararlarına saygı da kusur edilmezken, aklandığına dair yargı kararlarını hiçe sayarak kamu vicdanına sığmaya kalktılar.
Bu genç neslin, büyük bir riyakarlık örneği gösterdiğini görmek beni fazlasıyla üzmüştü. Nereye gidiyoruz sorusunu sorma acısını, yüreğimde hissetmeme sebep oldu.
Ülke olarak zor günlerden geçiyoruz. Terör can almaya devam ediyor. Gencecik evlatlarımız, artık toplu katliamlara kurban oluyor. Lanetlemek dışında bir şey yapamıyoruz.
Tehlike büyük. Çünkü, Cumhuriyeti yıkmak isteyen güçler var. Laik demokratik sosyal hukuk devleti ile sorunlu olanlar ortalıkta cirit atıyor.
Ya halk ne yapıyor. Yarısı susuyor. Sanki başka bir ülkede yaşıyor. Sessizlik, duyarsızlık ve talimatlara riayet, yaşam biçimleri olmuş.
Diğer yarısı ise, her şeyin farkında. Fakat hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde. Ortaya çıkan fotoğraf çok net.
Suskun, duyarsız ve çaresizliğin pençesine düşürülen bir toplum ve Analitik düşünceden mahrum bırakılan bir gençlik ile karşı karşıyayız.
Bu toplumsal yapıyla sorun çözmek, hayal ötesi. Acilen toplum dinamiklerin harekete geçmesine ihtiyaç var. Bununda yolu da analitik düşünmekten geçiyor. Lakin umut var değilim.
Bırakın analitik düşünmeyi, düşünmekten imtina eden bir toplum olduk. Ülke, elimizden sabun köpüğü gibi eriyip giderken biz ise seyrediyoruz. Yoksa, yolun sonu mu..?
Hasan TEMEL