Türkiye, yedinci kez referanduma gidiyor. Geçmişte yapılan referandumlardan biri dışında beşinden ‘evet’ kararı çıkmış. Tesadüf ya da sosyolojik bir olgu diyebilirsiniz. Lakin, düşünen, sorgulayan, her duyarlı yurttaş gibi benimde bu konuda bir fikrim var.
Türk halkı üzerine analizde bulunmak için birkaç temel özellik, mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Bu özelliklerin,‘Merkezi Otorite’ ye saygınlık, ‘Devlet Kutsiyeti’ inancına olan bağlılık ve ‘Kadercilik’ olduğunu söylemek mümkün.
Bu temel özellikler, Türk halkının genlerinde, isyan kültürünü aramanın yersizliğini gösteriyor. İsyan kültüründen kastım, kendisine dayatılan değişimlere karşı cephe almak yerine, kabulleniş duygusunu öne çıkartması ve toplumsal gelişime set oluşturmasıdır.
Halk olarak, bir diğer zaafımızda, demokrasiyi yeterince kavrayamamış olmamız. Malum, bizim siyaset ulemaları, demokrasiden dem vurmayı çok severler. İnanç ve kimlik üzerinden siyaset yaparak halkın aklını karıştırmakta gösterdikleri maharet takdire şayan.
Halk, referandumu seçim gibi görüyor. Referandumda olsa, tercihini gönül bağı kurduğu partisinden kullanmaktan yana. Oysa 16 Nisan referandumu hayati bir öneme sahip. Belki de köprüden önceki son çıkış. Geri dönüşü yok gibi. Bunun ayırdına varabilmiş değil.
Adil bir referandum kampanyası yürütülmediği açık. Halkın oyu ile seçilmiş bir iktidar, milli iradenin yarısını terör ve terör örgütleriyle ilişkilendirme çabası içine girmişse sorun büyük demektir. Halkın demokratik tercihinden dolayı zulme maruz kalıp kalmadığını sandıkta göreceğiz.
İhanet suçlamaları, kayıtsız şartsız lidere sadakat, gidişattan endişe duyan yurttaşları öfkelendiriyor. Öfke selinin yükselmesi, iktidar yandaşlarını kemikleştiriyor. Bu durum çözülme sürecini engellediği gibi, maruz kalınan sert tepkilerin hıncı, yine seçim sandığında alınmaya çalışılacak.
Sol cenah ise halkın kendisine duyduğu soğukluğu giderebilmiş değil. Aşırı özgüven, önünde duran en büyük engel. Fikirlerinin doğruluğuna olan aşırı inancı, halkın peşinden koşma isteğini de beraberinde getiriyor. Oysa 70’li yıllarda, halkla birlikte yan yana yürümekle, neler yapılabileceğini görmüştü.
Söylenecek sözü olmayanlar, referandum sürecinin kirlenmesine sebep oluyorlar. Yazılı ve görsel basın özgür olmadığı gibi üstüne çöken karabulutlar dağılacak gibi değil. Böylesi bir ortamda Milli iradenin kararını belirleyecek hiçbir tercih, ihanet ya da vatanperverlikle izah edilmeye çalışılmasın.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi merkezi otoriteye olan bağlılık ve demokrasi açlığı halkı zorluyor. Tek bir kişi dahi kampanya dışında kalmamalı ve kampanya üzerinden, kişisel siyasi hesap peşinde koşanlar yalnızlaştırılmalıdır.
Sosyal medya ve günlük yaşamda kişisel siyasi rant peşinde koşanları görmek mümkün. Bu ve benzeri arzular, bir nevi hastalıktır. Hastalıklı bir yapıyla sağlıklı bir kampanya yürütmek, imkansız olduğu gibi yapılan çalışmalarında etkinliğini kırar.
Bireysel ya da kurumsal olarak referandum kampanyası bileşenlerine tavsiyem, birbirlerine gölge etmesinler ve tartışma ortamına mahal vermesinler. Karşılıklı suçlama ve yıpratma eğiliminden medet umanlar lütfen geri dursunlar.
Bir linç kampanyası yaşanıyor. Bu linç, fiziki anlamda olmayabilir. Lakin,sığınılacak tek liman yurttaştır. Kurtuluş, yurttaşı ikna etmekten geçiyor. Çünkü,müspet ya da menfi,sosyal, siyasal yaşamda kendisini bekleyen değişimlerden habersiz bir halk var.
Ve bu halk, bir karar verecek. Vereceği karara saygı göstermek şart. Ayrıca, yurttaş olarak ihanetle suçlanmanın gerekçeleri de sorgulanmalı ve karar verme sürecine dahil edilmelidir. Hukuk dışı olan uygulamalar yaşamın bir parçası haline gelmiş olsa da, yine de kişileri ve kurumları küçümsemek, değersizleştirmek, kimsenin haddi olamaz, olmamalıdır. İktidar olmak, dilediğin gibi hareket etme hakkını size vermez. Tam tersine sorumluluk gerektirir. Aman dikkat.!
Hasan TEMEL